NE YENİR?ÖNERİLER

Endonezya – Bali Gastronomi Gezisi

Endonezya - Bali Ne Yenir? Neler Yenilmeli?

Endonezya – Bali Gastronomi Gezisi yazımıza hoş geldiniz. 2 yıllık Malezya yaşantımızın son tatilini Endonezya’da yaptık. Yaklaşık 17.000 adadan oluşan ve dünyanın en kalabalık 4. ülkesi olan Endonezya aslında Malezya’ya çok benzese de sadece Java ve Sumatra adaları bile Malezya’dan çok daha büyük, geri kalanını siz düşünün.

Endonezya diyince akla hemen balayı tatillerinin favorisi Bali gelir, hal böyle olunca ilk önce Kuala Lumpur’dan Bali’ye uçtuk, sonra tekneyle üzerinde hiç motorlu taşıt olmayan Gili Air Adasına geçtik, son olarak da adı yeni yeni duyulmaya başlayan Lombok adasına gidip buradan Kuala Lumpur’a geri döndük. Gittiğimiz her yerde denize en fazla 50 metre uzaklıkta yerlerde kaldık, her akşam deniz ürünleri yedik. Artık Endonezya diyince benim aklıma bilinenin aksine Bali değil, deniz tatili için Gili Air, löplöp için de Lombok gelecek. Yazın bu iki adayı bir kenara arkadaşlar, giden çoktan gitmiştir ama gitmeyenlere küpe olsun..

Kuala Lumpur – Bali

Gezintide kurucu üyesi Gamze hanım bizi ziyarete Malezya’ya gelmişti, Türkiye’ye dönmeden önce hep birlikte araya Endonezya turu sıkıştırdık.

Kuala Lumpur Havalimanına Uçak saatinden önce vardığımız için uçakta bekletilmiş yemek yerine, pasaporttan geçtikten sonra klasik Malay kahvaltısı Roti Canai attık.

Yağlı hamur sıcak sacın üzerine pişiriliyor, yanında da ufak bir kaseye bol körili, baharatlı sulu tavuk veriliyor. Sıcak rotiyi bandıra bandıra yiyorsunuz. Aynı Perhentianturu öncesi gibi, Filipinler uçağındaki gibi Roti yine gönlümüzü fethetti.

Gamze hanımın acıyla arası pek olmadığı için, biraz daha Çin usulü olan tavuklu pilav aldı. Dışı Pekin ördeği gibi kızartılmış tavuğun üzerine sonradan biraz sos ilave etmişler. Kuru kuru gitmez diye yanında da tavuk suyu var, biraz et yiyorsunuz, biraz pilav yiyorsunuz arada da çorbadan 2 kaşık atıyorsunuz.

Ailemizin havayolu, cüzdanımızın dostu Air Asia ile 3 saatte Kuala Lumpur’dan Bali’ye uçtuk. 2 yetişkin, 1 çocuk 1 bebek toplam 165 USD ödedik. Hiç valiz vermediğimiz için epey ucuza geldi, hatta Lombok’tan dönüşümüz daha da ucuzdu, 4 kişi 102 USD!!

Endonazya’ya girişte 35 USD karşılığında vize alınıyor. “Visa on Arrival” hoş güzel bir şey ama şansımıza bizden 4 ay sonra vize ücretlerini kaldırmışlar, yani 30 güne kadar kalacak olanlar artık elini kolunu sallayarak artık Endonezya’ya giriş yapabiliyor.

Havalimanından otele gidene kadar Endonezya hakkında ilk intiba; Malezya’ya değil, Tayland’a daha çok benziyor. İlk 3 gün Nusa Dua bölgesindeki Bali Tropic Resort & Spa‘da kaldık. 2 gecelik aile odası için 2.065.000Rp ödedik.

Bali’de hava sıcaklığı yıl boyunca 25-30 derece arası, ne “Öfff sıcak” derdi var, ne de “Ulen dondummmm” derdi. Yanlız kasım ile nisan ayları arası yağışlı sezon, muson yağmurlarını pek tavsiye etmem. Onun dışındaki aylarda yemyeşil tropik bahçelerin sizi büyüleyeceğine eminim.

Bali hoş güzel meşhur bir ada ama hiç de öyle Filipinlerdeki gibi kristal berrak deniz, bembeyaz kumsal filan beklemeyin. Elbette denize girilecek güzel yerler var ama bizden söylemesi, sonra gidince dumur olmayın.

Akşamüstü otelin plajında bira & patates kızartması ile başladığımız keyfi, balık burger ile bitirdik. Balık burgerden yüksek beklentim vardı, ama neticede otel hamburgeri.

Otelin olduğu Nusa Dua bölgesinde genelde resort otellerden başka bir şey yok. Akşam yemeği için Jimbaran bölgesindeki restoranlar bizim gibi löplöpçüler için biçilmez kaftan. Birazcık turistik gibi görünse de tam bizim istediğimiz ortam var.

Zira vitrinden beğendiğiniz balığı, karidesi siz kendiniz seçiyorsunuz, tartılıp fiyatta anlaştıktan sonra mangalda kömür ateşinde pişiriyorlar, siz de kumsalda denize nazır löpletiyorsunuz. Bu sırada ortama deli gibi mangal ve balık kokusu yayılıyor.

Biz önden karides ile başladık. Neticede Uzakdoğu Asyada en sevdiğimiz en ucuz deniz ürünü net bir şekilde karides. Hem bize göre çok ucuz hem de jumbonun da babası karidesleri pirzola gibi kemiriyorsunuz.

Karides ile iştah açtıktan sonra 1.5 kiloluk bir mercan yardırdık. Filipinler Boracay seyahatinde de bol bol mercan yemiştik, ama Endonezya’da balık pişirmeyi çok daha iyi beceriyorlar. Kelebek açmalarına rağmen muz yaprağına sarılıp pişirdikleri için balık kurumamıştı.

Jimbaran sahilinin güneyinde yanyana onlarca restoran var, özellikle şuna gidin diyemiyeceğim ama biz sırf vitrindeki balıklarını daha çok sevdiğimiz için Menega Cafe’ye oturduk, gayette memnun kaldık tavsiye olunur.

Taksi soförümüzün tavsiyesi ile ucuz balık, karides & bira keyfinden sonra, güzel ortamı olan Sundara Beach Club’a geçip, birşeyler içmek için oturduk. Kapıda bizi şık giyinmiş hostesler karşıladı. Masaya oturur oturmaz çocuklar oyalansın diye boyama kitabı ve boya kalemi verdiler. Türkiye’deki lokanta sahiplerinin dikkatine!

Jimbaran’a gelip yemek yerseniz, kesinlikle geceyi burada bitirin derim. Kaliteli ortam, tropik kokteyller ile kendinizi şımartarak günü kapatabilirsiniz. Sırtçantalıların gideceği yer değil, ama çocuklu ailelere tavsiye ederim.

Bali

Bali Tropic Resort & Spa çok öyle lüks ve pahalı bir otel değil ama mimari yapısı, kapıların üzerindeki motifler filan insanı çok etkiliyor. Bahçenin ortasında tapınak gibi yerler var. Kahvaltı ise odaların olduğu ana binada değil, deniz kenarındaki cafede veriliyor.

Otel kahvaltılarını oldum olası sevmemişimdir. Normalde evde pek yemediğimiz için ilk gün illaki jambon, peynir, kruasan gibi batı usulü klasik şeylere saldırıyorsunuz. Üstüne reçel filan derken bir de bakmışsınız löplöp için değil doymak için yemişsiniz. Löplöp demek yöresel demek, İstanbul’da Malezya’da bulamadığın değişik bir şey yemek.

Sıkı bir kahvaltı sonrası Kuta Beach tarafına gittik. Turistik sokaklarda biraz dolanıp, bulduğumuz uygun fiyatlı bir yerde masaj yaptırdık. Siz siz olun çok uygun fiyatlı yerlere girmeyin, verin efendi gibi raici neyse düzgün bir yerde yaptırın.

Masaj sonrası turistik sokaklarda bir cafeye oturup taze meyve suyu içtik. Bizde meyve suyu diyince akla vişne suyu veya portakal suyu gelir, onlar da restoranlarda hazır paket olarak satılır. Karpuz bu kadar bol ve ucuzken neden bizde taze karpuz suyu olarak lokantalarda yazın satılmaz anlamak mümkün değil. Biradan hoşlanmayan Özenç taze sıkılmış karpuz suyu siparişi vermişti ki, bir çoğunu bizim Tuna içince, ikincisini sipariş vermek zorunda kaldı.

Sonra sahile gidip havayı koklayalım dedik ama 15 dakika sonra kaçarak ayrıldık. Kuta Beach adanın en meşhur yeri, ama kesinlikle tavsiye etmem. Kalabalık, gürültü ve karmaşadan pek huzur bulacağınızı sanmıyorum. BoracayEl NidoPerhentian ve Redang’daki o güzelim kumsallardan sonra burası bize Şile sahillerini anımsattı.

Ama bu kalabalık sizi rahatsız etmesin. Endonezyalı yereller gayet canayakın insanlar. Ülkenin %87’si müslüman olmasına rağmen kesinlikle bir Orta Doğu kültürü yok, insanlar devamlı güleryüzlü ve yardımseverler. Ülke devasa büyük olduğu için kültür çeşitliliği çok fazla, dolayısıyla insanların başka kültürden olan insanlara toleransları da hayli yüksek.

Kuta’dan dönerken taksiciye deniz ürünlerinin dibine vurmak istediğimizi söyleyince hemen bizi Jimbaran’a götürdü. Daha dün orada yemiştik filan desek de, “Ben sizi çok güzel bir yere götüreceğim” diyip dün gittiğimiz yere benzer, masaların çok sıkı fıkı olmadığı Ganesha Seafood Restoran’a götürdü.

Hemen girişte kocaman akvaryumun içindeki canlı yengeçleri ve adeta bir masa büyüklüğündeki mangalda balıkları pişiren ustayı görünce bir anda keyfimiz yerine geldi, 1-2 fiyat aldıktan sonra, mekanı beğendik ve taksiciye teşekkür edip gönderdik.

Jimbaran’daki lokantalar genelde set menü şeklinde paketleri var, kalamar, karides, balık, bira… belli bir fiyattan anlaşılıyor. Ama ben bunu kesinlikle tavsiye etmem. Çünkü ürünlerin pişme süreleri farklı, pişirilme teknikleri farklı, illaki masanıza gelen koca tabağın içindeki bazı şeyler soğuk olacaktır. O yüzden ayrı ayrı söylemekte ve hangi ürün hazır olursa hemen getir diye tembih etmekte fayda var.

Balık, kalamar, tavuklu pilav, adını hatırlayamadım otlarla masayı donatıp anın keyfini yaşadık. Akvaryumdaki yengeçler aklımda kaldı ama Kuala Lumpur’da yediklerimizin 3 misli pahalı olduğu için almadık. Bu manzaraya nazır zaten ne yesen hünkar beğendi gibi gelir. Güneşin batımında, okyanus kenarında hepimiz zevkten muhallebi gibi olduk.

Küçük çocuklarla gezenler için mümkünse ızgara balık, yoksa “fried rice” denen kızarmış pilav tavsiye ederim. Sebzeli ve tavuklu çocukların en rahat yiyebilecekleridir. Yok sağlam midyesi varsa, karidesli balıklı seafood rice patlatın gitsin.

Yemek sonrası restoranda Endonezya halk dansları göstersi başladı. 2 tane kız çıkıp sahneden din dan din dun sesleri eşliğinde asotrik danslar yapıyor. Rakıyı içip içip dansöze para yapıştıran abiler kadar coşmadık ama enteresandı.

Ganesha Restoranı da tavsiye ederim, fiyatlar Menega’ya göre biraz yüksek, yemekler birebir aynı, ama ortam daha business class ayarında.

Yemek sonrası yediklerimizi eritmek için kumsalde biraz yürüyüş yaptık. Bebek arabalarını lokantaya teslim ettik, çocuklarla beraber yürüdük. Çocuklar normal yolda yürümeyi pek sevmiyorlar ama çıplak ayak kumlarda koşturmaya, arada ayaklarını denize sokmaya bayıldılar. Gecenin finalini kömür ateşinde pişen süt mısır ile yaptık. Uzakdoğuda mısırlar bizdeki mısırlara göre daha tatlı, tavsiye ederim. Bir de üzerine tereyağı ve fıstık ezmesi gibi şeyler sürüyorlar ki, işte o zaman dadınan yinmez.

Ubud – Candidasa Bali

Otelde yine Batı usulü kahvaltı yemenin üzüntüsünü halen yaşıyorum. Yahu koskoca otel yapmışssın, insan bir iki tane yöresel lezzet koyar. Tamam çocuklar seviyor da bizim gibi midesi genişlere Endonezya’ya gelip kaşarlı jambonlu omlet yemek hiç yakışmıyor.

Bugün adanın güneyindeki son günümüz, önce Ubud’a sonra da Candisa bölgesine geçeceğiz.

Kahvaltıdan sonra checkout öncesi ilk ve son havuza keyfi yaptık. Mesleğim gereği havuz bakımları ile ilgilendiğim için havuza girmeyi pek sevmem. Mis gibi deniz varken, onca kişinin girdiği sudan pek hoşlanmam. Ama küçük çocuklara yüzmeyi sevdirmek için havuz büyük avantaj.

Ubud Vacation’dan bir araba ayarladık, yarım günlüğüne 350.000IR için anlaştık. Önce bizi Ubud’a götürdü sonra da Gili Air feribotlarının kalktığı Cancidasa bölgesine.

Güneyden Ubud’a girerken pirinç tarlaları (rice paddies) var. Ubud Market, Pu ri Saren Palace, Pura Puseh Batuan Temple, Monkey Forest’i ve daha bir çok yeri gezdik. Yol üzerine uğradığımız yerlerden aklımda en fazla kalan yer kahve üretim çiftliği Kopi Luwak oldu.

Endonezya dünyanın sayılı kahve üreticisi ülkelerinden biriymiş. Ülkedeki kahvelerin en makbul olanı da maymuna benzer Asian Palm Civer cinsi kedilerin çiğneyip, kısmen sindirilmiş kahve çekirdeklerini kakasıyla birlikte çıkartmak suretiyle elde edileniymiş.

Yahu zaten kahve sevmem bir de bir hayvanın yiyip dışkıladığı kahve iyice tiksindirdi. Ama her evde bir kahve meraklısı vardır elbette.

Luwak Coffee işi iyice turistik ziyarete dökmüş, çay ve kahve tadımları filan var. Kahveye düşkünler için asla kaçırılmaması gereken bir yer. Ben çocuklar arabada uyudukları için, gönüllü olarak arabada nöbetçi kaldım.

Şimonlu ve zencefilli çayı büyük bir ihtimalle biliyorsunuzdur ama lemon grass yani limonotlu çaya bayılacaksınız. Saolsun Özenç de bunu bildiği için paket yaptırmış bana lemongrass tea getirdi.

Gelelim kahvenin damıtılmasına. İşte zurnaın zırt dediği yer burası. Ben kahveden pek hoşlanmadığım için yarım kulak dinledim ama olayın özü şuymuş. Sifon sisteminde 2 hazne var, öğütülmiş kahveler üst bölümde bulunuyor, alt bölmeden de su geliyor. Su ısıtılınca basıncı yükseliyor ve üst haznedeki kahve ile karışıp süzüldükten sonra diğer hazneye geçiyor.

Kahvenin içine doğal olarak hindistan cevizinden ve palmiyeden üretilen şekerler konuyormuş. Ben yıllar önce şekeri hayatımdan çıkarttığım için çayı da kahveyi de şekersiz içiyorum.

Ama illa tadına bakayım derseniz deneme şansınız da var.

Kahve faslından sonra, bir başka turistik atraksiyon olan Monkey Forest Sanctuary’e gittik. Ormanlık bir parkın içinde temiz hava bol güneş yürüyorsunuz, etrafınızda da maymunlar hoplayıp zıplıyor. Monkey Forest de hoşuma giden bir başka yer oldu, özellikle çocuklar maymunları çok sevdi.

Kuala Lumpur’a gelenlerler bilir, Batu Cave’de merdivenleri tırmanırken bir çok babun görürsünüz. Yanlız bu babunlara muz verirseniz hoş güzeldirler. Ama birine dokunmaya kalkın, 2 parmak kalınlığındaki köpek dişlerini zart diye kolunuza geçirirler.

Bizim Egoş son derece hayvansever biri olduğu için, maymunlara cebimizde getirdiğimiz fıstıklardan verdi. Tuna ise bizden, hayvanları daha çok ızgarada az pişmiş olarak seviyor.

Ufak bir not ileştirelim, maymunlar her ne kadar sevimli gözükse de son derece tehlikeli olabilirler. Turistik yerlerde muz kapmaya alışmış olanlar biraz daha evcilleşmiş olabilir ama Malezya’da çok yakın bir arkadaşımı bir ısırdılar, adamın kolu 3 ayda anca normale döndü, köpek ısırmasından bile beter.

Ubud’da en büyük beklendimiz Warung Babi’de “Babi Guling” yiyebilmekti. Ama biz gittiğimizde maalesef etler bitmiş, dükkan kapanmıştı. Babi Guling bizim kuzu çevirmenin domuzdan yapılanı.

Böylece kısa bir Ubud ziyareti benim için sükutu hayal olmuştur. Hem şehir güzel hem gezecek yerler var ama biz -geçerken uğradığımız- için gezemedik. Hem de en çok istediğim restoran kapalıydı, aksiliğin böylesi. Siz siz olun Ubud’a bizim gibi geçerken uğramayın, yada günü birlik tur yapmayın. Gidin efendi gibi en az 2 gece Ubud’da kalın, doya doya o şehrin ruhunu yaşayın. “Denizden uzak yerde ne işim olur yeaaa” demeyin, ben yandım siz yanmayın.

Gili Air tekneleri Bali’nin güneyinde Sanur bölgesinden kalkıp, daha sonra Padangbai’ye uğruyor ve buradan Gili Adalarına devam ediyor. İlk etabı hem boşu boşuna teknede geçirip midemizi bulandırmayalım, hem de daha fazla yer görelim diye pas geçip araçla Candidasa’ya geldik. Çok şirin bir otel olan Villarossa’ya eşyalarımız bırakıp duş aldık ve dışarı çıktık.

Cancidasa’ya gelmemizin sebeblerinden bir de Vincent’s Restaurant’ta güzel bir akşam yemek yiyebilmekti. 2 gece Jimbaran’da ucuz yollu ızgara balık ve karides ile takıldıktan sonra 3. günümüzde saksafon ve kontrabas çalan abilerin caz müziği eşliğinde deniz ürünlerinde Fine Dining olayına giriş yaptık.

“Nedir bu fine dining?” diyecek olursanız, bir kere masada çift beyaz örtü olur. Hani birini kirletirseniz, alttan yenisi temiz temiz çıksın diye midir nedir iki tane örtü koyarlar. Tabi bu örtülerin yıkama parası peşin peşin sizin hesaba yansıtılır. Ayrıca tabağınızın etrafında kişi başı 3 çatal 3 bıçak olur, bunların bulaşık paraları da fiyata dahildir.

Ama güzel olan nedir? Karidesler, balıklar, kalamarlar her daim tazedir, diridir, lezzetlidir, ebat olarak azdır ama özdür. Derin dondurucudan çıkmış pörsümüş mal kullanmazlar, o gün taze ne varsa onu pişirirler, onu ikram ederler. Redang Adasındaki gibi bir tabak dolusu karides önünüze gelmez, ama gelen de çok lezzetlidir. Bakınız balıklı, deniz taraklı, karidesli Seafood Bisque.

Fish cookies veya bizdeki adıyla balık köfte pek tercih ettiğim bir şey değildir. Zira balık köfte dediğin şey dünden kalan satılmayan balıkları baharatlarla allayıp pullayıp kakalama sanatıdır. Ama çocuklar balık yesinler, damak zevkleri deniz ürünlerine doğru kaysın diye söyledik.

İlginç bir şekilde buradaki balık köfteler çok fazla baharatlı değildi, ve lezzetliydi. Hani şimdi instagram fenomenleri hamburger yapıp, sonra da ne kadar sulu olduğunu göstermek için limon sıkar gibi köfteyi sıkıyorlar ya, işte öyle yapmadık, ama gerçekten suluydu. Yanındaki sambal matah ve tomato salsayı çok sevdik. Malezya’daki gibi Antep usulü acılı değildi.

Bir deniz ürünleri restoranında balık çorbası varsa asla affetmem. Baktık menüde bir sebze çorbası bir de acılı karides çorbası varmış. Soup Udang tamamıyla karides haşlama suyundan yapılmış, süzüldükten sonra içine sonradan löp karidesler, biber ve domates eklenmiş. Hoştu güzeldi ama damağımızda iz bırakan bir balık çorbası değildi.

Eveeet başlangıçlar ile ısındıysak biraz çıtayı yükseltelim. Seafood Mimpang hoşumuza giden bir yemekti. Jumbo karides, deniz tarağı, gendara denen bir balıktan filetoyu hindistancevizi sütlü olduğunu tahmin ettiğim Bali usulü sos ile çevirmişler, yanına da yeşillik olsun diye 6 tane fasulye koymuşlar.

Çorba için damakta iz bırakmadı demiştim ama bu yemek çok sağlam izler bıraktı, hem de sadece damakta değil, beynimize kazındı.

Seafood Ravioli tahmin edersiniz yine çocuklar için söylediğimiz bir yemek. Bir çocuğun en sevdiği yemek pilav ve makarnadır.

Tabii çocuğun halayindeki makarna asla karides, somon ve midye ile hazırlanan üstüne de parmesan rendelenen bir ravioli değildir. İtiraf ediyorum, çocuklarda pişer bize de düşer diye söylediğimiz muhteşem bir yemekti. Endonezya usulü antin kuntin soslu yemeklere mesafeliyseniz işte bu tam size göre.

Gelelim bu gecenin kraliçesine; veee karşınızda Ikan Panggang sambal matah. Beyaz etli ızgara löp balığın üzerine taze Bali sambal matah koymuşlar. Kesinlikle pek matah bir şey değil demeyin bu sosa, bayıldık! İnce kılıymış shallot (kırmızı arpacık soğanı), kırmızı biber, lemon grass (limonotu) ve karides püresi ile hazırlanmış sambal matah kesinlikle bizim Malezya’daki kötü kokan samballara benzemiyordu.

Balık ne balığıydı bilmiyorum ama sanırım lagos, orfoz gibi beyaz etli büyük bir balıktı. O kadar güzel pişirmişler ki et sulu sulu kalmış. Izgara balığı sulu sulu pişiren restoranlar benim gözümde kafadan bahşişi hak eden bir restorandır.

Gecenin finalinde ise biraz daha hardcore balık yedik, Ikan Pepes. Balık aynı balık ama bunun üzerine bir çok taze Bali baharatı, mantar, domates, hindistancevizi sütü ile hazırladıkları bir harç koyduktan sonra, muz yaprağına sarıp mangala vermişler. Eski takipçiler hatırlayacaktır muz yaprağına sarılan balığı Vietnam turunda da yemiştik.

Bu sefer balığımız Ikan Panggang gibi sulu kalmamıştı, biraz fazla pişmişti ama ziyanı yok, üzerindeki hindistancevizi sütlü ve taze baharatlı sos maçı götürüyordu. Tabağı sıyırırcasına hünharca yedik. Zaten aşamaya gelene kadar tüm vücudumu mutluluk hormonuyla dolmuş, endorfin kulaklardan fışkırıyordu.

Sanırım Balideki en sevdiğimiz öğün buydu. Turistik bir şehir olmadığı için fiyatlar da çok yüksek değildi. Bol bol Erdinger Weissbier içtik ve geceyi 917,642 Rp ile kapattık. Candidasa’daki Vincent’s Restaurant aşırı şiddetle tavsiye edebileceğim, hem güzel yemek yiyeceğiniz hem de canlı müzik dinleyeceğiniz bir yer.

Takip edenler bilir yemeklerden sonra pek tatlı yememeye çalışıyoruz. Şekerden uzak durmaya çalışıyoruz. Hem sağlık için hem de midemizin kenarında köşesinde ufak bir boşluk kalsın diye. Çift beyaz örtülü lüks lokantadan çıkan biri otele yürürken, seyyar arabadan mısır yer mi? Süt mısırsa, kömür ateşinde pişiyorsa, hatta piştikten sonra üzerine tereyağı sürüyorsa yenir.

Gili

Candidasa’da Villarossa Hotel’de kaldık demiştim. Çok şirin bahçesi olan, havuzlu, bol yeşillikli ve uygun fiyatlı bir yer. Bir gece için 900.000 Rp ödedik.

Sabah kahvaltısında ananaslı pancake gibi hayatımda yediğim en uyduruk şeyi yedik. Dün akşamdan o kadar doluyduk ki “Yöresel yemek isterim” diye pek mızmızlanmadım.

Checkout sonrası otelimize 11 km uzaklıktaki Padangbai’ye gidip feribotumuzu bekledik. Öğlen saat 13:00’te kalkan Marina Srikandi feribotuyla Gili Air’e gittik.

Yolculuk gayet güzel geçti, daha ucuz firmalar da var ama kelle koltuk olabiliyormuş. Uluslararası havacılık kurallarından dolayı ucuz havayollarının en azından bazı standartları var, ama Endonezya yurt içi feribot seferlerinin standartları pek yüksek olmadığından, efendi gibi parasını verin düzgün bir firmayla gidin derim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu